Seviyorsan yedikçe yiyesin gelir, ama bir de sevmiyorsan vay haline midenin. Zencefil böyle bir şey. Varlığı, ayaz kış soğuklarını, çiseleyen yağmuru, kar kaplı yolları, bir yudum kahveyi, mutfağından gelen mis kokular arasında içtiğin bir fincan çayı ve daha ötesini anımsatır. En iyi dostları karanfil, tarçın ve muskatla bir tariften diğerine koşar durur.
Sevgili Barış Manço sayesinde dilimize dolanan bir şarkı olmuştur yıllarca; "nane limon kabuğu bir tutam zencefil aman ay ay ay ay". Oranını biraz kaçırdınız mı, o güzelim lezzetin acılığa dönmesi işten bile değildir.
Galiba fazla edebiyat yaptık... Aklıma bir zamanlar birisinin süslü kelimelerle ilgili verdiği bir örnek geldi. Şöyle demişti saygıdeğer beyefendi, "biz eskiden yan yana yürüyen kızları görünce, olum kıza bak taş gibi valla, falan derdik. şimdi ise, yorgun hüzünlerin nemli kokusu saçlarına sinmiş kız, falan diyoruz"
Okuduğunuz üzere ben de pek beceremiyorum bu süslü püslü edebi kelimeleri. Ne yapayım hamurumda yok. Ama, asıl konudan çok başarılı bir biçimde uzaklaşırım. Nasıl geldik biz buraya? Her neyse, zencefile dönelim biz...